Kurumsal Sürdürülebilirlik
20. yüzyıl, Sanayi Devrimi’nin yarattığı etkiyle ekonomik refahın arttığı bir dönem olmuştur. Yaşanan sanayileşmeye paralel olarak nüfus dağılımı dengeleri, kentleşme yönünde yoğunlaşmaya başlamıştır. Diğer taraftan dünyanın pek çok ülkesini sarsan dünya savaşlarının sona ermesi ile nüfus artışı kaydedilmiştir. Bununla birlikte; yaşanan sosyoekonomik gelişmeler, çevresel ve sosyal anlamda bazı olumsuz sonuçları doğurmuştur. Bu olumsuzluklar, doğal kaynakların tahrip edilmesi, yenilenemeyen enerji kaynaklarının hızlı tüketimi, en önemli üretim faktörlerinden olan çalışanların temel haklarının korunması gibi konuların yeni bir bakış açısı ile ele alınması gerekliliği konusunda bir farkındalık yaratmıştır. Bu gelişmeler doğrultusunda, tanımı ve başlangıçtaki gelişimi itibariyle, uluslarüstü bir nitelik taşıyan sürdürülebilir kalkınma, geçen zaman içerisinde, küresel boyuttan ulusal, bölgesel ve organizasyonel düze yde hedeflenen ve uygulanan bir kavram haline gelmiştir. Sürdürülebilir kalkınma anlayışı, organizasyonel düzeye kurumsal sürdürülebilirlik ifadesiyle aktarılırken, “bir kurumun, doğrudan ve dolaylı paydaşlarının (ortaklar, çalış anlar, müşteriler, baskı grupları, toplum vs.) ihtiyaçlarını, gelecekteki paydaşlarının ihtiyaçlarını karşılayabilme olanağını tehlikeye atmadan sağlanan kalkınma” olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla, kurumsal sürdürülebilir lik en yalın anlatımıyla; sürdürülebilir kalkınma kavramının organizasyon düzeyine indirgenmesi olarak ifade edilebilir.
Kurumsal Sürdürülebilirlik Boyutları
Soubbotina (2004) tarafından Dünya Bankası için hazırlanan rapora göre, birbiriyle ilişkili olan çevresel, ekonomik ve sosyal alanlarda eş zamanlı olacak şekilde bir denge sağlanması ve bu dengenin toplumun farklı gruplarının tümünün faydasına, aynı kuşakta yaşayan herkesin faydasına ve farklı kuşakların faydasına yönelik olması gerektiğini vurgu layan bir eşitlik anlayışı belirtilmektedir. Ekonominin sürekliliğinin topluma bağlı olduğu ve toplumun da devamı için çevreye gereksinim duyacağı ifade edilmektedir.
Dolayısıyla, kurumların, değişen çevreye uyum sağlayarak ekonomik bü yümeyi ve hayatta kalmayı sağlayabilmeleri için, ekonomik, sosyal ve çevresel olmak üzere bölünmüş olan yaklaşımların, bütüncül bir perspektifte bir araya gelmesi gerektiği öngörülmektedir. Buradan hareketle, kurumsal sürdürüleb ilirlik hedefini gerçekleştirebilmek için, kurumların ekonomik, sosyal ve çevresel sermaye temellerini korumaları ve güçlendirmeleri gerekmektedir. Bu unsurlar, ilk defa 1994 yılında John Elkington tarafından “triplebottomline ” (üçlü muhasebe/bilanço sistemi) olarak isimlendirilen yaklaşımın ve 1995’te yine Elkinton’ın geliştirdiği 3P (People, Planet, and Profits = İnsanlar, Gezegen, ve Kar) formülasyonunun temel unsurlarıdır. Dolayısıyla; kurumsal sürdürülebi lirlik, bir kurumun ekonomik, sosyal ve çevresel konularını üç boyutlu bir sistem içinde entegre etmektedir. Sürdürülebilirlik uygulamaların kurumsal katkılarını ölçmek için genellikle, çevresel veya sosyal zararları karşılamak amacıyla yapılan harcamaların dikkate alındığını veya yaratılan değer ile kaynak tüketimi arasındaki farka odaklanıldığını belirtmektedirler. Ayrıca, kurumsal sürdürülebilirlik performansını değerlendirmenin fırsat maliyetine odaklı olarak gerçekleştirilmesi konusunda Sürdürülebilir Katma Değer yaklaşımını öne sürmektedirler. Sürdürülebilir Katma Değer, bir kurumun ne kadar değer yarattığını, o kurumun ekonomik, sosyal ve çevresel performanslarını eş zamanlı ol arak değerlendirerek ölçmektedir. Bunun sebebi, her üç boyutun da ayrı birer sermaye kaynağı olması ve bu kaynakların birbiri ile ikame edilmesinin mümkün olmamasıdır. Buna göre, bu sermaye kaynaklarından herhangi birinde söz konusu o labilecek bir kayıp, bir diğerindeki fazlalık ile karşılanamaz, telafi edilemez; diğer bir deyişle, bir sermaye kaynağının fazlalığı, diğer bir sermaye kaynağındaki kaybın yerine geçemez. Bu nedenledir ki, kurumsal sürdürülebilirliğin üç boyutunu oluşturan ekonomik, çevresel ve sosyal boyutları eş zamanlı, dengeli ve bütüncül bir yaklaşımla değerlendirilmelidir.